işli… İstanbul’un kalbi, sokaklarında binbir hikayeyi barındıran o özel semt. Ve Şişli Radyo Evi, bu hikayelerin bazılarının yankılandığı, geçmişle bugün arasında bir köprü kuran o büyülü mekan. Ama benim için, yani bir travesti için, bu mekanın anlamı çok daha farklı ve derin.
Radyo Evi’nin önünden ilk geçtiğimde, kendimi adeta bir zaman tünelinde hissetmiştim. Eski Türk filmlerinden çıkmış gibi bir havası vardı. Sokak lambalarının sarı ışıkları, binanın taş duvarlarına vururken içimden şu düşünce geçti: “Acaba bu duvarlar da benim gibi farklı hikayeleri duydu mu?”
O günlerde, Şişli benim için bir yenilikti. Hem özgürlük hem de kendimi ifade etme cesareti bulduğum bir yer olmuştu. Şişli Radyo Evi ise tüm bunların sessiz bir tanığı gibiydi. Özellikle geceleri, Radyo Evi’nin önünden geçerken kendimle baş başa kalırdım. Hani, bir şey konuşmasa da sana bir şeyler anlatır ya bir mekan, işte burası öyleydi.
Bir gece, Radyo Evi’nin önünde yürürken elime bir çay almış, bir yandan da havada uçuşan melankolik bir müziğin etkisine kapılmıştım. Bir arkadaşım, “Şişli’deki travesti buluşma noktalarından biri” diyerek bana Radyo Evi’nin geçmişteki öneminden bahsetmişti. Meğer eskiden burada bir sürü radyo programı yapılır, kimi zaman toplumun dışladığı sesler, bu programlarda kendine yer bulurmuş. Sanki o geçmişin yankıları hala binanın taşlarında duruyordu.
Bir keresinde, arkadaşlarla Radyo Evi’nin yakınındaki bir kafede otururken, eski radyocuların burada toplandığını duyduk. İçimden şöyle bir his geçti: “Acaba o dönemde buraya gelen insanlar, benim hikayemi duyabilselerdi ne hissederdi?” Şişli’nin her köşesi gibi Radyo Evi de bir çeşit direniş ve kabul noktası olmuştu benim gözümde.
Bugün hala Şişli Radyo Evi’nin önünden her geçtiğimde, o eski günleri, geçmişte burada yankılanan sesleri ve kendi hikayemi düşünmeden edemem. Her taşında bir hikaye var ve her hikaye bir şekilde benimkine dokunuyor.
Travestinin Gözünden: Şişli Radyo Evi Notları
Şişli, benim için sadece bir semt değil, nefes alabildiğim, var olabildiğim, kendim gibi hissedebildiğim bir yer. Ve Şişli Radyo Evi… İşte o bina, taş duvarlarıyla bana hep bir şeyler anlatır gibi gelir. Bir travesti olarak, oranın önünden her geçtiğimde, sanki beni duyuyormuş gibi bir his kaplar içimi.
Radyo Evi’nin önünden ilk geçtiğim gün, kendimi bir anlık sessizliğe teslim ettim. Kocaman bir bina ama öyle bir huzur yayıyor ki, insan durup bir şeylerin farkına varıyor. Eski, ama dimdik ayakta. Tıpkı benim gibi. O taş duvarlara baktıkça düşündüm: “Acaba burada kimler konuştu? Kimler kendi hikayesini anlattı, kimler susturulmaya çalışıldı?”
Bir gece, Şişli’nin o yoğun, ama bir o kadar da özgür havasında yürürken Radyo Evi’nin önünde durdum. Elimde bir kahve, etraf sessiz, sadece uzaktan gelen hafif bir müzik. Düşündüm: “Benim sesim de burada yankılansaydı, insanlar ne hissederdi?” Belki de bu duvarlar, yıllar önce benim gibi insanların fısıltılarını duydu. Belki de burada seslerini duyuramayanlara bir alan açıldı.
Şişli Radyo Evi benim için sadece bir bina değil; bir sembol. Özgürlüğün, ifadenin, sesini duyurmanın bir sembolü. Şişli’de travesti olmak kolay değil, ama burada olmak bir şekilde insanı güçlü kılıyor. Radyo Evi’nin önünden geçerken hep aynı şeyi düşünüyorum: “Kim ne derse desin, biz buradayız, tıpkı bu bina gibi ayaktayız.”
Bazen arkadaşlarla orada buluşuruz. Herkes kendi hikayesini anlatır, ama bir şekilde hepimiz ortak bir noktada birleşiriz. Hayat zor, insanlar bazen anlamaz, ama Şişli’nin bu taş sokaklarında yürürken hissettiğim özgürlük her şeye değer. Radyo Evi’nin önünde sessizce durup kendime söz veririm: “Kim olduğumdan asla vazgeçmeyeceğim.”