Kadıköy…
Kalabalığın hiçbir şeyi gizleyemediği ama herkesin her şeyi sakladığı o semt. Eski bir plakçıdan yayılan cızırtılı müzikle sarhoş bir sokağın kenarında, bir rakı kadehinin içinden yansıyan bedenler… Bu bedenler yalnızca etten değil; hayal kırıklıklarından, arzudan, dirençten, tutkudan yapılmış.
Gecenin belli bir saatinden sonra, Kadıköy’de ışıklar loşlaşır, sohbetler derinleşir. İşte tam o saatlerde belirir onlar: Travestiler.
Topuk sesleri kaldırım taşlarında yankılanırken ne bir utanma, ne bir çekinme… Çünkü bu sokaklar onların nefes aldığı yer.
Kadıköy onların hem sahnesi, hem sığınağı. Bazen kahkahalarla parlayan, bazen gözlerinde gizlenen bir ateşle yürürler.
Ve o ateş…
İçten içe yanar ama hiçbir zaman sönmez. Çünkü yaşamak, onlar için sıradan bir eylem değil; her anı kazanılmış bir meydan savaşıdır.
Bir meyhanenin cam kenarında otururken, garsonun bıraktığı buzlu rakı kadehinden dışarıya bakıyorsun. Karşı kaldırımda, kırmızı elbiseli bir travesti arkadaşına sarılıyor. O sarılışın içinde geçmiş var, reddediliş var, bir de susarak anlatılan binlerce hikâye…
Ve sen o an fark ediyorsun: o kadehte yalnızca içki yok. O kadehte mücadele var, aşk var, yalnızlıkla dans eden bir hayat var.
Kadıköy’ün gecesi sıradan değil. Çünkü travestiler bu geceye yalnızca vücutlarını değil, ruhlarını da giydiriyor.
Kimi zaman bir yabancı bakışta öfke, kimi zaman bir garsonun “Buyrun abla” deyişinde tebessüm… Her duygunun içinden geçip var olmanın güzelliğiyle süzülüyorlar.
Onlara uzaktan bakanlar belki sadece “farklı” görüyor. Ama yakından bakan, gözlerine cesareti, yüzlerine kırılganlığı yazılmış insanlar görüyor. Çünkü onların hayatı; bir gecede, bir kadehte, bir bakışta değil… Her gün yeniden kuruluyor.
Ve o rakı kadehinden yansıyan vücutlar… sadece güzelliği değil, bütün bir hayatı taşıyor. Kadıköy’de, gece boyunca, usul usul yanan bir ateş gibi…
Kadıköy’de bir meyhanenin arka masasında, kalabalıktan uzakta oturuyoruz. Masada iki kadeh var. Biri benim, diğeri Derya’nın. Derya kırmızı bir elbise giymiş, dudaklarında bordo bir ruj. Bakışları kararlı ama gözlerinin kenarında yorgun bir gölge…
– Derya, Kadıköy senin için ne demek?
“Kadıköy benim özgürlük alanım. Başka semtlerde dikkat çekmemek için düz ayakkabı giydiğim oldu. Ama burada… topuklularım ses çıkardığında rahatsız olmuyorum, çünkü burası beni kabullendiği kadar ben de onu kabullendim.”
– Geceleri en çok ne hissediyorsun sokakta yürürken?
“Bazen bir bakış yeter incinmeme. Ama bazen bir yabancının gülümsemesi bütün günümü güzelleştirebilir. Bu geceyi seviyorum çünkü geceler bizi olduğu gibi kabul ediyor. Ne olduğumuzla değil, nasıl hissettiğimizle ilgileniyor.”
– Meyhane senin için ne ifade ediyor?
“Garip bir huzur. Herkes biraz kırık burada. Rakılar eşliğinde içini döken adamlar da, göz göze gelmemeye çalışan kadınlar da, biz de… Aynı masadayız aslında. Aynı şehirde, farklı bedenlerde aynı yalnızlığı içiyoruz.”
– İnsanlar sizi anlamıyor mu sence?
“Anlamıyor demem. Anlamak istemiyorlar. Oysa çok basit: Ben de aşk istiyorum. Ben de sevilmek istiyorum. Ama bazen biri bana aşkla bakınca kendimi suçlu gibi hissediyorum. Bu bana ait değilmiş gibi…”
– Hiç âşık oldun mu?
“Oldum. Ama o aşk benden hep gizli yaşandı. Ben göz göze gelmek isterken, o başkasının kolundaydı. Yine de her kadehte hâlâ onu hatırlıyorum. Bazı geceler, onun ismini dudaklarımda ezip rakıyla yutuyorum.”
– Bu gece ne bekliyorsun?
“Hiçbir şey. Bazen beklentisizlik en büyük huzur. Sadece burada olmak, biraz görünür olmak, bir iki tebessüm almak… Yeterli geliyor. Belki de en büyük ihtirasımız, en sıradan hayata duyduğumuz özlemdir.”
Derya, röportajın sonunda bir sigara yakıyor. Kadehini kaldırıyor, bana değil, hayata kadeh kaldırır gibi. Ve o an anlıyorum ki, bazı insanlar bir şiir gibi yaşar… Gecenin ortasında, kadehin dibinde saklanarak.