O Gün Kadıköy’de Bir Travestiyle Tanıştım” Bir Sokak Hikayesi

O gün yağmur yoktu ama hava da güneşli sayılmazdı. Kadıköy’ün klasik gri tonları vardı gökyüzünde. Moda tarafına doğru yürürken kafamda bin bir düşünce vardı; iş, hayat, yalnızlık, her şey birbirine karışmıştı. Sonra onu gördüm.

Kaldırım kenarında, yıpranmış bir bankta oturuyordu. Uzun, dalgalı siyah saçları vardı. Gözlerinde, insanı bir saniyede hem huzursuz hem de meraklı yapan bir bakış… Yanından geçerken hafifçe gülümsedi. İçgüdüsel olarak durdum. Belki onun da konuşmaya ihtiyacı vardı, belki benim de.

“Sigaran var mı?” diye sordu.
“Yok ama bir çay ısmarlayabilirim,” dedim.
Gülümsedi. “Çay olur.”

Çaycıda İki Yabancı
Birlikte Moda çay bahçesine oturduk. Masaya oturur oturmaz “Ben Eylül,” dedi.
“Ben de Emre,” dedim.

Konuşmaya başladık. Önce havadan sudan… sonra yavaşça derinleşti sohbet. Travesti olduğunu hiç saklamadı. Saklamaması gerekmediğini söyledi zaten, bu semtin ona biraz da bu yüzden iyi geldiğini.

“İnsan burada garip garip bakmıyor, en azından çoğu. Ama yine de bazı bakışlar var, alışamadığın,” dedi.
“En çok ne yoruyor seni?” diye sordum.
“Sürekli anlatmak zorunda kalmak. Anlamayacağını bildiğim kişilere kendimi anlatmak. Ama neyse… anlatmazsam da susarsam da suç gibi.”

Sessiz Ama Yüksek Bir Direniş
Çayı bitirdiğimizde, yüzüme uzun uzun baktı.

“Seninle tanıştığıma sevindim. Çünkü bazen insanlar sadece bakıp geçiyor. Hiç duymamış gibi davranıyorlar bizi.”

O gün, o bankta başlayan rastgele sohbet, benim dünyama bambaşka bir pencere açtı. Eylül’ün gözlerinde bir sürü yalnızlık, bir o kadar da direnç vardı. Belki de o yüzden unutamadım onu. Kadıköy artık benim için sadece güzel kafeler, ikinci el kitapçılar veya duvarları grafiti dolu sokaklar değil. Kadıköy, bir travestinin yalnız ama güçlü bakışlarıyla da var artık.

O Günden Sonra
Eylül’le hâlâ ara sıra mesajlaşıyoruz. Her zaman konuşmuyoruz ama ne zaman Moda sokaklarından geçsem, kafamda onun sesi çınlıyor:

“Anlatmazsam da susarsam da suç gibi.”

Bazen tek bir tanışma, bir hayatı sorgulatabilir insana. Belki de biraz daha fazla dinlememiz, biraz daha az yargılamamız gerekiyordur. Çünkü bazen hikâyeler en sessiz yerlerde, bir bankta oturan bir bakışta başlar.

Bankta oturuyordu, hiç kimseyle gözü buluşmuyordu aslında. Ama ben bakınca gülümsedi. O küçük tebessüm, sanki “korkma, yaklaşabilirsin” demek gibiydi.
➤ Not: İnsan bazen sadece gözlerle konuşabilir.

Eylül adını söylemeden önce çantasını düzeltti, dudaklarını ıslattı. Sanki “anlatmalı mıyım, geçip gitmeli mi?” arasında kaldı.
➤ Not: İnsan bazen adını verirken bile tedirgin olabilir.

Moda’daki çay bahçesinde otururken ayaklarını hep sandalyeye çekti. Güvende hissetmek isteyen bir çocuk gibiydi. Bir anda savunmasız, bir anda dimdik.
➤ Not: Güçlü görünen herkesin içinde kırılgan bir şey vardır.

Telefonu çaldığında bakmadı bile. “Zaten önemli biri aramıyor” dedi. Bu cümle öylesine söylenmiş gibi değildi.
➤ Not: Bazen bir telefonun çalmaması, hayatındaki boşluğu tarif eder.

“Beni kimse anlatmazsa, ben kendimi anlatmazsam kim bilecek ki?” dedi. Çok şey anlattı bu cümle aslında. Gülümsemesiyle sakladığı yorgunluğunu o an fark ettim.
➤ Not: Konuşma hakkı, bazılarının tek savunma aracı.

Vedalaşırken sarılmadık. Ama o, “bugün bana iyi geldin” dedi. Sanırım ben de ona iyi geldim.
➤ Not: Bazen bir yabancı, gününü kurtarır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir