İstanbul’un doğusunda, kalabalığın bir parça azaldığı ama gecenin hâlâ canlı aktığı bir semt var: Kartal. Gündüzleri sıradan bir sahil kasabası gibi görünen bu bölge, gece olup da sokak lambaları yanınca bambaşka bir hikâye anlatmaya başlar. O hikâyede, kimliğini cesurca taşıyan, arzularıyla barışık ama hâlâ birçok bakıştan gizlenen bir kitle vardır: Kartal travestileri.
Bu sokaklar onların adımlarını ezbere bilir. Topuklu ayakkabının çıkardığı tını, bazen bir davet, bazen bir uyarı gibidir. Geceyle birlikte cesaret de artar; bir ruj, bir parfüm, biraz ten ve bolca sır eşlik eder bu yürüyüşe. Her biri, gündüz bastırılan arzuların, gece serbest kalan duyguların taşıyıcısı gibidir.
Kartal’ın kuytularında yaşananlar çok konuşulmaz. Çünkü bazı hikâyeler sadece yaşanır. Travesti bireylerle kurulan o kısa ama yoğun temaslar, çoğu zaman bir sır gibi kalır. Bu buluşmalar yalnızca fiziksel yakınlık değil, çoğu zaman anlaşılma ihtiyacının da dışavurumudur. Bir dokunuşta kendini değerli hissetmek, bir öpüşte var olduğunu anlamak…
Ama her şey sadece tensel değil. Bu gizemli gecelerin içinde çokça duygu, özlem ve kırılganlık da vardır. Çünkü arzunun peşinden giderken, aynı zamanda yargılanma korkusuyla da baş edilir. Travesti olmak İstanbul’da kolay değil; Kartal’da ise belki biraz daha sessiz, ama bir o kadar da tutkulu yaşanır bu kimlik.
Bazıları için bu sokaklar bir kaçış, bazıları içinse cesurca bir varoluş. Kim ne ararsa arasın, Kartal geceleri herkesin içindeki bastırılmış arzuları yüzeye çıkaracak kadar güçlüdür. Ve travestiler bu sahnede sadece bedenleriyle değil, ruhlarıyla da arzunun başrolünü oynar.
Kartal’da Bir Sabah: Aynur’la Bir Fincan Sohbet
Yazan: S.Y.
Sabahın erken saatlerinde Kartal sahiline indiğimde, güneş yeni yeni uyanıyordu. Hava hafif serin, martılar telaşlıydı. Tam o sırada, bankta oturan birini fark ettim: topuklu ayakkabıları deniz taşlarına değiyordu, elinde sigarası, yanında karton bir kahve bardağı… Göz göze geldik, gülümsedi. Gittim, yanına oturdum.
“Adım Aynur,” dedi, sesi yorgun ama içinde bir güç vardı. “Bu saatlerde burası benim meditasyon alanım gibi. Gece ne yaşanırsa yaşansın, sabah sahil hep bana iyi gelir.”
Aynur, Kartal’da yaşayan bir travesti birey. Geceden çıkmış ama aklında hâlâ dünün izleri. Kahvelerimizi yudumlarken, ben sordum, o anlattı.
“Geceyle sabah arasında fark var mı senin için?”
“Çok. Gece başka bir dünya bizim için. Hem para kazanmak zorundayız hem de kendimizi korumak. Ama sabah… Sabah ben kendimim. Maskesiz, kimsesiz, sessiz. Hiç kimse beni yargılamıyor sabah. Martılar bile sadece dinliyor.”
“Kartal’ı neden seviyorsun?”
“Çünkü karmaşık. Aynı benim gibi. Bir yanı sahil, huzur, sabah yürüyüşü yapan insanlar… Diğer yanı işlek caddeler, gri apartmanlar, ağır bakışlar. Burası biraz yoruyor, ama bir o kadar da güç veriyor. Kendimi burada tanıdım diyebilirim.”
“Kendinle barışman ne kadar sürdü?”
“Yıllar aldı. Ailemden kopuşum, kendi yolumu buluşum, dışlanmalar, susmalar, haykırmalar… Ama en sonunda anladım: Ben buyum. Aynur. Sevdiğim adımla, sevdiğim halimle. Bu bedenle, bu ruhla, bu sabahlarla. Her sabah biraz daha kendimi sevmeyi öğreniyorum.”
“Bir dileğin olsaydı?”
“Bizi gören ama yargılamayan gözler isterdim. Bir sabah, yanımdaki banka biri çekinmeden otursa, hâl hatır sorsa… Belki sıradan gibi geliyor ama bizim için mucize gibi.”
Kahvemizi bitirdiğimizde güneş yüzünü göstermeye başlamıştı. Aynur ayağa kalktı, çantasını omzuna attı, “Benim günüm şimdi başlıyor,” dedi. Gülümsedi ve yürüdü.
Ben hâlâ oturuyorum o bankta. Aynur’un sesi kulağımda, Kartal’ın sabahında yankılanıyor:
“Görünmek istemiyoruz illa, ama yok sayılmak da istemiyoruz.