İstanbul bir şehir değil, bir sahne. Kadıköy’den Taksim’e giden bir travesti içinse bu sahne; kimlik, ifade, özgürlük ve dirençle örülü bir yürüyüş yolu. Şehir değişse de, his aynı kalır: Var olmanın sesi, topuklularla kaldırıma kazınan bir özgürlük bildirisi gibi…
Kadıköy: Bohemliğin Kalbinde Bir Nefes
Kadıköy sabahı yumuşaktır. Moda sokaklarında yürürken kimse seni sorgulamaz. Belki biri sadece rujunun tonunu merak eder. Buradaki travesti varlığı biraz daha içten, biraz daha “yaşanmışlık” doludur. Gündüzleri kitap kafelerde oturup not defterine hayat karalayanlar, geceleri Kuşdili’nde süzülen gölgeler olur.
Kadıköy’de travesti olmak göz önünde olmadan görünür olmaktır. Hem mahallelisin, hem kendin gibi. Rasimpaşa’daki bir apartman dairesinde hazırlanırsın geceye. Oje kururken camdan geçen martıya selam verirsin. Sonra makyajın tamamlanır. Ve bilirsin… Bu gece Taksim var.
Vapur: Güzergâhın En Romantik Noktası
Kadıköy İskelesi’nden bindiğin vapur, şehrin en ikonik geçişidir. Denizin serinliği yüzüne vururken düşünürsün: Aynı şehir, ama başka dünya.
Gözlerin martılarda değil, gecede. Hayallerin Galata’ya yaklaştıkça belirginleşir. Her vapur yolculuğu, küçük bir arınma gibi. Kimliğini, ruhunu, kıyafetlerini ve cesaretini birleştirip Avrupa yakasına taşırsın.
Vapurda senin gibi başka yolcular da vardır. Belki bir bakışta anlaşılır, belki de sessizce birbirinize güven verirsiniz. İstanbul’da bazen bakışmak, kelimelerden çok şey anlatır.
Taksim: Sahnenin Perdesi Açılır
Beşiktaş’tan Taksim’e doğru çıkarken caddeler kalabalıklaşır, ritim hızlanır. İstiklal Caddesi’ne adımını attığın an başka bir titreşim hissedersin. Topuk sesin yankılanmaya başlar. Yürüdükçe görünür olursun. Ve bu görünürlük, yalnızca estetik değil, politiktir de…
Taksim’de her sokak başka bir anlam taşır:
Mis Sokak: Kendini ifade etmenin çırılçıplak hali.
Sıraselviler: Şehirle inatlaşmanın melodisi.
Love Dance Point’in kapısı: Hem başlangıç hem kaçış noktasıdır.
Burada geceler cesur, ama kırılgan. Kahkaha ile gözyaşı, rimel ile direniş kol kola yürür. Travesti olarak bu caddede var olmak, sadece eğlenmek değil; İstanbul’a “ben de buradayım” demektir.
Güzergâhın Kendisi: Ritüel Gibi Bir Yolculuk
Kadıköy’den Taksim’e travesti güzergâhı sadece bir yol değil; bir ritüeldir. Bir kıyıdan diğerine uzanan bu rota, özgürlüğün adım adım kazanıldığı bir yürüyüştür. Her durak, her bakış, her adım; kimlik mücadelesinin sessiz ama güçlü bir parçasıdır.
Konuk: Luna, 29 yaşında, İstanbul’da yaşayan bir trans kadın.
Eda: Merhaba Luna, önce şunu sormak istiyorum: Kadıköy’den Taksim’e uzanan o gece yolculuğu sende nasıl bir his yaratıyor?
Luna: Merhaba… O yol benim için bir “geçiş” aslında. Sadece iki semt arasında değil; içimdeki sessiz Luna’dan sahnedeki Luna’ya bir dönüşüm… Kadıköy’de hazırlık başlar, makyaj, müzik, aynadaki göz göze geliş. Sonra vapur, ardından Taksim. Bu şehirde bazen geceye karışarak var oluyorsun.
Eda: Kadıköy senin için ne ifade ediyor?
Luna: Kadıköy biraz “nefes” gibi. Sokaklarında yürürken o kadar yargılanmıyorsun. Moda’da bir bankta oturup insanlar gibi sadece oturabiliyorsun. Orada hazırlık sürecim daha dingin geçiyor. Arkadaşlarla toplanırız, kahkahalar yükselir, biri eyeliner’ını tamamlar, diğeri çorabını düzeltir. Sessizce dayanışırız. O sıcaklık beni güçlendiriyor.
Eda: Vapura biniş? O an nasıldır?
Luna: Büyülü. Gerçekten. Sanki İstanbul seni sırtına alıyor da karşıya taşıyor gibi. Kulağımda bir müzik olur hep, genelde bir Sezen Aksu parçası… Rüzgâr saçımı dağıtırken içimden “Hazırım” derim. Diğer yolculara bakarım, kimsenin bilmediği bir hikâyeyi taşıyorum üzerimde. Belki o gün zor geçmiş, belki biri kötü bakmış… Ama vapurda her şey nötrleşir. Deniz iyileştirir.
Eda: Peki Taksim? Vardığında seni nasıl bir ruh hali sarıyor?
Luna: Taksim’e adım attığım anda ritim değişir. Kadıköy yavaş ve sakinken, Taksim daha yüksek nabızlı. O kalabalıkta kaybolurum ama fark edilmek için yürürüm. İstiklal’de topuk sesim yankılanırsa, “Buradayım!” diye bağırmak gibi gelir. Love Dance Point’in önünden geçerken göz göze geliriz diğer kızlarla. Ruj kontrolü, saç düzeltme, sonra içeri gireriz. Pist bizim alanımızdır. Kimi aşk için dans eder, kimi hayatta kalmak için.
Eda: Güvensizlik hissi oluyor mu? Özellikle gece saatlerinde…
Luna: Olmaz mı… O topuklularla koştuğum geceler de oldu. Ama artık öğrendik, nereden geçilir, hangi sokak daha ışıktadır, kim arkamızdan geliyor. Şehir bizimle aynı dili konuşmasa da biz birbirimizi koruruz. Yanımda bir arkadaş varsa daha rahatım. Ama yalnız da olsam, dik yürürüm. Gecenin gözü var, cesaretini sever.
Eda: Bu güzergâhta seni en çok etkileyen an hangisiydi?
Luna: Bir gece vapurdan Taksim’e yürürken, tam Galata Köprüsü’ne yaklaşmıştım. Bir adam yanıma gelip “Sen çok güzelsin ama en çok da kendin olduğun için güzel görünüyorsun” dedi. Ağlamamak için zor tuttum kendimi. O küçücük cümle, o gecenin bütün yorgunluğunu sildi.
Eda: Son olarak, bu yazıyı okuyan birine ne söylemek istersin?
Luna: Bizi anlamak için illa aynı yoldan yürümenize gerek yok. Sadece bakışlarınızda yargı olmasın yeter. Kadıköy’den Taksim’e uzanan o yol bizim için sadece bir rota değil; var olma, parıldama ve direnme güzergâhı. Ve biz, o yolun her adımında kendimizi yeniden doğuruyoruz.
📝 Editör Notu:
Luna’nın anlattığı şey, sadece bir gece rotası değil; bir yaşam öyküsünün kısa bir bölümüydü. İstanbul’un iki yakasında geçen bu hikâyelerde aşk da var, korku da… Ama en çok da cesaret var. Çünkü bazı insanlar geceleri yalnızca eğlenmek için değil, yaşadıklarını unutmamak için dışarı çıkar.