Moda’da Başlayan Akşam
Güneş Moda sahilinin üzerine bakır bir perde çekmişti. Dalgalar kıyıya usulca vuruyor, martılar sanki bir şey biliyormuş gibi susuyordu. O akşam bir planım yoktu; ya da vardı da itiraf edemiyordum. İçimde garip bir kıpırtı, “git” diyen bir dürtü. Kadıköy’e giden her vapur, sanki başka bir hayatın kapısı gibi.
Rıhtımın Eşiğinde
İskelede kalabalık birbirine karışmışken, ben sadece adımlarımı duyuyordum. Bahariye’ye doğru yürürken, vitrinler ışıldadı, müzikler birbirine karıştı. “Kadıköy Travestileriyle Erotizmin Nabzını Tutun,” dedim kendi kendime, sanki gizli bir parolayı tekrarlıyor gibi. Kimse duymadı. Ama ben duydum; kalbim duydu.
Kadife Sokak’ta Kısa Bir Tereddüt
Barlar sokağının başında bir an durdum. İçeriden bir şarkı, biraz eski, biraz hüzünlü. Kapının yanındaki aynada gözlerime baktım; yabancı değildim ama tanıdık da sayılmazdım. İçeri girsem mi? Belki. Tam dönecekken, karşı kaldırımdan geçen topuk sesleri geceyi ikiye böldü. Siyah elbisesinin düşen omzu, rüzgârla hafifçe oynayan saçları, gözlerinde “gel” diyen bir kıvılcım. Bazen karar vermek bu kadar kısa sürer.
İlk Bakışın Sıcağı
Barın loş ışığında, masaların arasından geçip sahneye yakın bir yere oturdum. O da geldi, sanki buranın sahibi gibi kendinden emin. “Boş mu?” diye sordu. Kısacık bir an, yüzüne baktım; orada bir şehir, bir göç, bir yeniden doğuş gördüm. “Boş,” dedim, “ama birazdan dolacak.” Gülümsedi. Gülüşü, mekânın müziğinden bile daha akılda kalıcıydı.
İsimlerimizin Arasında Esen Rüzgâr
İsimlerimizi söyledik, çalakalem. Kimi harfleri yanlış anladık, bilerek. “Burada herkes kendi hikâyesini biraz fazla yüksek sesle anlatır,” dedi. “Ben bazen fısıldamayı seviyorum.” Garson iki kadeh bıraktı masaya. Birini yudumladı. Dudaklarında kalan ışıltı, gecenin en parlak yıldızıydı. “Kendine nasıl bakarsın?” diye sordu sonra. “Kendimi geç kaldığım bir randevu gibi görürüm,” dedim, “hep yetişmeye çalışırım.” “Güzel,” dedi, “ben de kendimi yeni başlayan bir provayım zannederim; sahne asla bitmiyor.”
Şehrin Nabzı, Tenin Nabzı
Sohbet, sokağın ritmini yakaladı. Anılar, kırık aynalar gibi masanın üstüne döküldü: bıraktığı şehir, yeni bir kimliğin çizgileri, yanlış bakışların hep yanlış kaldığı sabahlar. Bir yandan da gülüyorduk; çünkü gülmezsek, gece yerinden kalkmazdı. Bir an sustuk. Müziğin arasından yalnız kalp atışlarını duyar gibi oldum. Belki de gerçekten öyleydi: erotizm, iki insanın aynı anda nefes almayı hatırladığı bir an. Ne bir kelime fazlaydı ne bir dokunuş eksik.
Arzunun İnce Çizgisi
Elini masaya bıraktı, parmak uçları neredeyse benimkine değiyordu. Değmedi. Değmesin diye değil; değmenin anlamını büyütmek için. “Bazen,” dedi, “yakın durmak, yaklaşmaktan daha yakındır.” Cümleyi cebime koydum. Bir gün kaybederim diye iki kere katlayarak.
Yeldeğirmeni’ne Kısa Bir Kaçamak
Bar kapandıktan sonra, rüzgârla birlikte Yeldeğirmeni’ne yürüdük. Gece, apartmanların pencerelerinde minik sarı adacıklar yakıyordu. Bir duvar resmi önünde durduk; renkler, sanki bize uygun bir gölge bulmuştu. Adımlarımızdan bir ritim çıktı, ikimizin de haberi olmadan. “Bu semti seviyorum,” dedi. “Burada kimse kimseyi bitirmeye çalışmıyor.” “Evet,” dedim, “burada herkes kendini tamamlamanın peşinde gibi.”
İtirafın Sessizliği
Bir köşede durduk, konuşmadan. Bazı anları konuşmak bozuyor çünkü. “Korkuyor musun?” dedi. “Evet,” dedim, “ama bu iyi bir korku.” Gülümsedi yine. “Ben de,” dedi, “korkmayınca daha çok korkuyorum.” Gecenin ortasında, iki titrek mum gibi durduk. Rüzgâr üfledi, sönmedik.
Nabzın Hızlandığı An
Dudaklarımızın arasına bir parmak mesafe yerleştik. O mesafe, koca bir roman kadar uzun, bir nefes kadar kısaydı. Koku, tam orada değişti; şehir kokusu yerini tene bıraktı. “Yaklaşma,” demedi. “Uzak kal,” da demedi. Ses çıkarmadı. Ve sessizlik bir işaret dili gibi konuştu. Şehrin içinden geçen bir tren gibi, içimizden geçen arzuyu izledik; ne durdurduk ne hızlandırdık. Kendi hızını buldu.
Vapurun İlk Düdüğü
Sabaha karşı, rıhtımın üstünde oturduk. İlk vapur sisin içinden bir hayalet gibi çıktı. “Gideceğim,” dedi, “ama gidişlerim dönüşlerimi kıskandırır.” “Beklemeyi bilirim,” dedim. “Bilme,” dedi, “beklemek, zamanı kısaltır sanırsın, uzatır.” Birlikte sustuk. Sanki konuşmak, o anı eksiltecekmiş gibi.
Ayrılık Değil, Devam
Elimi tuttu. Sıcak. “Bu geceyi unutma,” dedi, “ama üzerine de beton dökme.” Başımı salladım. “Anladım.” Aslında tam anlamadım ama anladığımı sandım. Bazen anlamak, sandığın kadardır. Elini bıraktı. Gözlerim, elinin gittiği yeri hafızama çiviledi. “Görüşür müyüz?” dedim, acele etmeden. “Şehir küçük,” dedi, “kalpler büyüyünce daha da küçülür.”
Gündüzün Sessiz Dersleri
Öğlene doğru Moda’ya geri döndüm. Kahvemin üstünde hafif bir köpük, geceyi saklıyor gibiydi. Telefonuma bakmadım. Bakmak, bazen bir şeyi bozar. Aynadaki yüzüme uzun uzun baktım; değişmemişti, yine de farklıydı. Sanırım erotizm bir buluşma değil; buluştuktan sonra sende kalan yankı.
Son Cümle, Son Nabız
Akşamüstü tekrar aynı sokaktan geçtim. Müzik başka, insanlar başka, aynı ben. “Kadıköy Travestileriyle Erotizmin Nabzını Tutun,” cümlesi bu kez bir reklam değil, bir davet gibi kulağıma fısıldandı. Kabul ettim. Çünkü bazı davetler, insanın kendi kalbinden gelir. Ve kalbini reddetmek, şehrin haritasını ters çevirmek gibidir: yol bulamazsın.