Bir Gecede Avrupa Yakası Travestilerin Işıltılı Hikâyeleri

İstanbul’un Avrupa Yakası…

Gecenin bir saati, ışıklar şehirle adeta dans ediyor. Kaldırımlardan yükselen ayak sesleri, taksilerin camına yansıyan neonlar, hafif bir rüzgâr… Bu şehrin geceleri başka. Ama Avrupa Yakası’nın gecesi bir başka. Hele ki hikâyenin içinde travestiler varsa, o gece sıradan bir gece değildir artık.

Her biri kendi sahnesinde bir yıldız gibi parlayan bu kadınlar, yalnızca güzellikleriyle değil; cesaretleri, zarafetleri ve kendi dünyalarını sahiplenmeleriyle iz bırakıyor. Şişli’de bir sokakta yürürken topuk sesine karışan kahkahalar, Taksim’de bir sokak lambasının altında yapılan dostça sohbetler ya da Beylikdüzü’nde bir evin penceresinden dışarıya sarkan umut dolu bir bakış… Bunların hepsi bu ışıltılı gecenin parçaları.

Ama bu ışık sadece makyajla, parıltılı elbiselerle değil…

Bir travestinin ışığı, belki de yıllarca bastırılmış bir kimliğin özgürce ortaya çıkmasından geliyor. Her gecede biraz gurur, biraz isyan, biraz sevgi, bolca direnç var. Her adımlarında “Ben de buradayım!” diyen bir ruh hâli. Ve o ruh hâli, Avrupa Yakası’nın sokaklarını başka bir renge boyuyor.

Bir travesti, gece boyunca belki arkadaşlarıyla kahkahalar atıyor, belki tek başına bir kafede çay içiyor, belki de sadece yürüyor… Ama her hâliyle görünür oluyor. Çünkü artık görünmek, sadece var olmak değil; saygı görmek, anlaşılmak, sevgiyle karşılanmak demek.

Yargının çok olduğu bir toplumda, anlayışla yaklaşmak bir ayrıcalık değil; bir zorunluluk.
Çünkü bu hikâyelerin her biri bir insanın hayatı. Ve her insan gibi onlar da sevilmek, korunmak, güvende hissetmek istiyor. Avrupa Yakası’nın gecelerinde bunu görebilirsin: hem ne kadar kırılgan olduklarını, hem de ne kadar güçlü yürüdüklerini.

Belki bir gün, bir gece vakti sen de bir travestiyle göz göze gelirsin. O an ne bir önyargı, ne bir fısıltı… Sadece bir selam ver yeter. Çünkü o gecede, o selam bazen bir hikâyeye umutla nokta koyar.

 

Gece yarısı Şişli’de bir kafede buluştuk Melis’le. Uzun sarı saçları, siyah deri ceketi ve gözlerindeki o derin sakinlik hemen dikkat çekiyor. Kahvesinden bir yudum alıyor ve anlatmaya başlıyor.

– Bu hayatın senin için anlamı ne Melis?

“Benim için bu hayat, aslında çok şey demek. Görünmek… ama gerçekten görülmek. Eskiden geceleri korkardım. Sokakta yürürken değil, toplumun bakışlarından, fısıltılarından korkardım. Ama artık yürürken topuk sesimle gurur duyuyorum. Çünkü bu ses, ‘benim’ diyor.”

– Avrupa Yakası sana ne ifade ediyor?

“İstanbul’un Avrupa Yakası benim sahnem gibi. Şişli’de özgürüm, Beyoğlu’nda görünürüm, Bakırköy’de bazen kalabalık içinde yalnızım ama hâlâ varım. Bu taraf bana alan veriyor, ama hâlâ her şey güllük gülistanlık değil. Yargı çok, ama sevgi de var. Yani umut var.”

– Geceleri neler hissediyorsun?

“Geceler özgürlük gibi. Makyajımı yapıp dışarı çıktığımda sadece güzel görünmek için değil, kendimi ifade etmek için süsleniyorum. Çünkü gündüz herkes seni bir kutuya koymak istiyor. Ama gece… gece farklı. Gece seni olduğu gibi kabul ediyor.”

– Bir hayalin var mı?

“Var tabii. Bir gün, hiçbir travestinin korkmadan yaşayabildiği bir şehirde uyanmak istiyorum. İsmimizi gizlemeden, sevdiğimizi saklamadan… Kahvemi içtiğimde bana değil, kahveme baksınlar istiyorum.”

– Son olarak bu röportajı okuyanlara ne söylemek istersin?

“Bize bakarken yargıyla değil, merakla bakın. Bizim de kahkahalarımız, gözyaşlarımız, hayallerimiz var. İnsanız. Sadece biraz daha cesur yaşıyoruz belki de.”

Melis’in sözleriyle gece bir başka anlam kazandı. İstanbul’un Avrupa Yakası’nda bir gece, belki sadece eğlence değildir. Bazen cesaretin, bazen özgürlüğün, bazen de görünmenin adı olabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir