Beylikdüzü geceleri son zamanlarda sadece sessiz sahil yürüyüşleriyle değil, içtenliğiyle de konuşuluyor. Bu sessizliğin içinde parlayan bir grup insan var: travestiler. Onların kahkahası, zarafeti, bazen hüzünle karışan enerjisi Beylikdüzü’ne ayrı bir renk katıyor.
Bir kafede, loş ışık altında, bir fincan kahvenin dumanı yükselirken başlıyor sohbet. Travesti camiasının bazı üyeleri, bu semtte hem sakinliği hem de kendileri gibi olabilmenin huzurunu bulduklarını anlatıyor. “Bir yudum” diyor biri gülerek, “hayat da, mutluluk da aslında bu kadar kısa ve tatlı.”
Kimi sabah sahilde yürüyüşe çıkıyor, kimi akşamları makyaj aynasının karşısında kendine gülümsüyor. Hepsinin ortak noktası ise aynı: kendi kimliğini saklamadan yaşayabilmek.
Beylikdüzü, onların gözünde sadece bir semt değil, bir sığınak gibi.
Sohbet ilerledikçe konu hayatın zorluklarına da geliyor. “Her şey kolay değil,” diyor biri, “ama burada birbirimizi bulduk. Bizim için bu bile bir nefes.”
Bir diğeri hemen araya giriyor: “Ve bir kahve. Çünkü kahve içmeden hiçbir dert konuşulmaz.”
O an, gerçekten de bir yudum kahveyle birlikte içten bir gülüş yükseliyor. Sanki o küçük masada, dünyanın en samimi anı yaşanıyor.
Karanlıkla ışığın arasında, kahkahayla sessizliğin ortasında, bir grup travestinin sıcacık hikayesi Beylikdüzü’nün kalbine dokunuyor.
Belki de bu yüzden bu yazıya “Beylikdüzü Enfesleri” demek en doğrusu. Çünkü o insanların her biri, hayatın içine karışmış bir tat gibi; hem güçlü, hem narin, hem de gerçek.
Beylikdüzü Enfesleri: Bir Yudum Travestiler
Beylikdüzü sahilinde, akşam serinliğiyle birlikte denizin tuzlu kokusu etrafa yayılıyor. Sahil kafelerinden birinde birkaç travesti arkadaşla oturup sohbet ediyoruz. Gözlerinde hem bir huzur hem de geçmişten gelen bir yorgunluk var. Ama her kelimelerinde, her gülüşlerinde hayatın içinden geçen gerçek bir sıcaklık hissediliyor.
– Beylikdüzü’nde yaşamayı neden bu kadar seviyorsunuz?
Melis: “Burası bana sessizliğiyle iyi geliyor. İnsanlar genelde kendi halinde. Eskiden Taksim tarafında yaşıyordum ama orada sürekli bir kalabalık, bir gerginlik vardı. Burada ise sabahları kahvemi alıp sahilde oturabiliyorum. Kimse dönüp tuhaf bakmıyor.”
– Sizi Beylikdüzü’nde en çok ne mutlu ediyor?
Asya: “Kendim olabilmek. En basitiyle sabah markete giderken kimse kıyafetime karışmıyor. Akşam bir arkadaşla yürürken korkmuyorum. Bu bile büyük bir şey aslında. Bir de burada insanlar birbirini tanıdıkça daha sıcak davranıyor.”
– Peki travesti olarak sosyal çevrede karşılaştığınız zorluklar tamamen bitti mi?
Ece: “Bitti dersek yalan olur. Hâlâ bakışlar, fısıldaşmalar var. Ama eskisi kadar canımı yakmıyor. Çünkü artık içimde bir kabulleniş var. Ben kendimle barıştım. İnsanlar ister kabul etsin ister etmesin, ben buradayım.”
– Gününüz nasıl geçiyor genelde?
Sude: “Çoğumuz freelance çalışıyoruz. Gün içinde evdeyiz, bazen sahilde buluşuyoruz. Akşamları kahve içip sohbet etmek bile terapi gibi. O yüzden bu sohbetlere ‘bir yudum travestiler’ diyoruz aramızda. Çünkü hem kahveden hem hayattan bir yudum alıyoruz.”
– Geleceğe dair hayaliniz ne?
Melis: “Küçük bir güzellik stüdyosu açmak istiyorum. Hem kendi alanım olur hem de benim gibi insanlara güvenli bir ortam sağlarım. Hayat herkese adil davranmıyor, ama ben elimden geleni yapacağım.”
Söyleşi bittiğinde kahveler de bitmişti. Göz göze gelip gülümsedik. Her birinin içinde farklı bir hikâye, farklı bir direnç vardı. Ama ortak bir cümle de vardı:
“Beylikdüzü bize iyi geldi.”
O akşam fark ettim ki bazen bir semt, bir şehir değil; insanın kendiyle barıştığı bir yer olabiliyor. Ve işte o zaman hayat, gerçekten “bir yudum” kadar güzel hale geliyor.