Bazı geceler var ki… ne bir saat uyar, ne sokak sessiz kalır. Işıkların altındaki gölgeler bile kıpır kıpır olur, bir şey olacakmış gibi. İşte öyle anlarda çıkıyor onlar ortaya. Bir anda karşında beliren, yürüyüşüyle bile içini karıştıran bir travesti. Gözlerini kaçırırsın önce, sonra dönüp tekrar bakarsın. Çünkü merak edersin. Çünkü için kıpırdar.
Şişli’de mi gördün onu, yoksa Taksim’in bir köşesinde mi? Bilemezsin. Çünkü her seferinde başka biri gibi görünür sana. Bir gülümseme, bir dudak kıvrımı, parmaklarının sigarayı tutuşu… Hepsi ayrı ayrı dokunur bir yerine. Tanımadığın biri seni neden bu kadar etkiler, hiç düşündün mü?
Beşiktaş’ta bir bar çıkışında yanında durur mesela. Sadece varlığıyla bile başını döndürür. Konuşmaz, dokunmaz, sadece oradadır. Ama seni içine çeker. O an, gece başka bir renge bürünür. Belki cesaret edemezsin bir şey demeye. Belki sadece hayran hayran bakar, yürüyüp gitmesini izlersin.
Ama gitse de, bir şey kalır geride. İçinden geçen, adını koyamadığın o şey. Belki arzu, belki hayranlık… belki de ikisinin karışımı. İşte bu yüzden sorulur o meşhur soru:
Avrupa Yakası’nda geceleri hangi travesti kalpleri ateşe veriyor?
Belki adını bilmediğin biri… Belki bir daha asla göremeyeceğin. Ama kalbinde, sessiz bir köşede iz bırakan o gizemli kadın.
Röportaj: Sibel ile Avrupa Yakası Geceleri Üzerine
Yer: Şişli, eski bir apartmanın terasında – Saat: 22:45
Röportajı yapan: Duygu A.
Tarih: Ağustos 2025
Gece Şişli’nin teraslarından birinde başlıyor. Hafif bir esinti, uzaktan gelen arabaların sesi, sigarasını tüttüren bir kadın: Sibel. 34 yaşında, 16 yıldır Avrupa Yakası sokaklarında “görünür” olmanın ne demek olduğunu bilen biri. Gözlerinde gurur da var, yorgunluk da. Ama en çok da o bakış: seni okuyan, hikâyeni duymadan anlayan bir çift göz.
Soru: Sibel, seni gecelerde yürürken gören biri ne hisseder sence?
“Kendini görür. Çünkü ben, bir yandan çok dikkat çekiciyimdir… ama bir yandan da çok tanıdık. Kimi bana bakınca arzularını fark eder, kimi eksik yanını. Ama göz göze geldiğimizde zaten anlarım, kim neyle yanıyor.”
Soru: Avrupa Yakası geceleri sence nasıl bir sahne?
“İzleyenle izlenenin rollerinin değiştiği bir sahne. Bazen bir bakışla baştan çıkaran ben olurum, bazen tek bir cümleyle darmadağın olan ben. Her sokak ayrı bir his. Beşiktaş’ta daha meraklı bakışlar var, Cihangir’de sanki daha çok anlamaya çalışanlar. Ama en çok Şişli… Şişli’de insanlar her şeye alışık, ama kalpleri hâlâ kıvıl kıvıl.”
Soru: Seni gerçekten kim etkileyebilir? Kim kalbini ateşe verebilir?
“Bak… güzel olmak yetmez, yakışıklı olmak hiç yetmez. Benim için zeka, merak ve bakışın içtenliği önemli. Gözümün içine bakarken kendi içini kaçırmayan biri… Dokunmadan da tenime dokunabilen biri. Bir kahve ısmarlayıp, adımı sormadan bana şiir okuyan biri mesela. Biraz gizemli ama samimi.”
Soru: Hiç beklemediğin biri seni baştan çıkardı mı?
“Çok… Hem de öyle biri ki, yürüyüşü bile dalgındı. Konuşurken kekeliyordu. Ama bir an sustu ve şöyle dedi: ‘Seninle sessiz kalmak bile başka bir şey.’ İşte o an bitti her şey benim için. Çünkü beni görmedi sadece… hissetti.”
Soru: Son olarak… bu röportajı okuyan birine ne söylemek istersin?
“Bizi anlamaya çalışmayın, yanımızda durun. Herkes aşkı yaşamak ister ama bazıları için aşk, daha fazla cesaret ister. Kalbimizi ateşe verebilecek olan kişi, önce bizi insan gibi görmeyi bilen kişidir. O yeter.”
Bu gece röportaj sona ererken, terasa sadece rüzgâr eşlik ediyor. Sibel sigarasını söndürmeden önce son kez gülümsüyor ve fısıldar gibi söylüyor:
“Beni tanımadan arzulayan çok oldu. Ama tanımaya cesaret eden… çok az.”