Ataşehir’de Yasaklı Zevklerin Peşinde

Bazı geceler vardır… Saat ilerledikçe sokaklar sessizleşir ama şehir susmaz. İstanbul’un bir ucu olan Ataşehir’de de durum tam olarak böyle. Beton kulelerin gölgesinde, dışarıdan sıradan görünen bir mahalle, gece olunca bambaşka bir ruha bürünüyor. Işıklı caddelerin ötesinde, gri duvarların ardında bastırılmış arzular uyanıyor.

O gece, sıradan bir merakla yola çıktım. Ne aradığımı tam olarak bilmiyordum ama Ataşehir’in bana anlatacak bir hikâyesi olduğundan emindim. Kafelerde içilen son kahveler, erken dönen otobüsler, ışığı sönmeyen birkaç pencere… Ama beni asıl çeken, görünmeyen dünyaydı: fısıltılarla anlatılan, isim verilmeyen, ama varlığı inkâr edilemeyen yasaklı zevkler.

Bir sokak, ardından bir başka köşe… Her adımda daha da derine iniyor gibiydim. Derken, kırmızı perdeyle örtülü küçük bir kapının önünde durdum. Ne bir tabela vardı, ne de kapı zili. Ama içeride bir yaşam vardı. Sessizce açılan kapıyla birlikte, sıradanlığın dışına adım attım.

İçerideki hava bambaşkaydı. Müzik hafifti ama bedenin ritmini değiştiriyordu. Gözlerim karanlığa alışırken onu gördüm. Kendine güvenen adımlarla sahnenin ortasında duran, siyah deri kıyafetiyle dikkatleri üzerine çeken bir travesti… Bir bakışıyla salonu susturuyordu. Ataşehir’in sakladığı sırrın adıydı belki o.

Adını söylemedi. Gerek de yoktu. Onunla konuşurken zaman kavramı kayboldu. Kuralların ve kalıpların dışında bir dünya kurmuştu kendine. Ne yargı vardı, ne utanma. Sadece dürüstlük vardı; dürtülerin dürüstlüğü.

“İnsanlar bazen kendilerini bulmak için önce kaybolmak zorunda kalır,” dedi. “Buraya gelen herkes biraz kayıp, ama bir o kadar da özgür.”

O gece oradan ayrılırken içimde tuhaf bir his vardı. Sanki uzun zamandır bastırdığım bir tarafımla yüzleşmiş gibiydim. Ataşehir, sadece modern konut projelerinden ibaret değildi. Aynı zamanda bastırılmış arzuların, fısıltılı özgürlüklerin ve yasaklı zevklerin bir tiyatrosuydu.

Ve bu tiyatroda sahneye çıkan her beden, kendini yeniden yazıyordu.

Gizem: Ataşehir’de seni bulmak zor olmadı ama seni anlamak, sanırım biraz zaman alacak.
Luna: (Gülüyor) Zaten herkes önce bulur ama sonra anlamaz. Çünkü insanlar bakar ama görmez.

Gizem: “Yasaklı zevklerin peşinde” dedik bu röportaja. Senin için bu ne ifade ediyor?
Luna: Yasak… neye göre yasak, kime göre? Zevk dediğin şey, birinin dua ettiği, diğerinin günahı olabilir. Ben kimsenin günahına karışmam. Sadece burada, Ataşehir’de, gecenin bir saatinde, birileri kendini bana anlatır. Bazen bir dokunuşla, bazen sadece gözleriyle…

Gizem: Peki Ataşehir… Neden burası?
Luna: Burası İstanbul’un vitrini değil, kulisi. Gösterişsiz ama derin. İnsanlar burada daha dürüst oluyor çünkü sokak lambası kadar aydınlatıyor seni hayat. Ne olduğunla yüzleşmek zorundasın. Maske taksan bile aynaya bakınca seni sen yapan her şey burada kalıyor.

Gizem: Buraya gelen insanlar ne arıyor?
Luna: Genelde kendilerini. Kaybolmuşlukla geliyorlar, kimse onları anlamamış, kimseye anlatamamışlar. Bana dokunduklarında aslında ben değil, bastırdıkları benliklerine dokunuyorlar.

Gizem: Sen ne hissediyorsun tüm bunlar olurken?
Luna: Hem güçlü hem kırılgan. Bazen ilah gibi hissediyorum, bazen görünmez bir sır gibi. Ama ne olursa olsun gerçek hissediyorum. Ve bu, birçok insanın yıllardır yaşayamadığı bir lüks.

Gizem: Seni tanımak isteyen birine ne söylersin?
Luna: Beni değil, kendini tanımaya cesaret etsin. Çünkü burada, yasaklı gibi görünen her zevkin altında, bastırılmış bir “ben” yatıyor. Ben sadece ayna tutuyorum.

Gizem: Son olarak… Ataşehir’de bir geceyi tek kelimeyle anlat desek?
Luna: Dönüşüm.

Bu söyleşi, Ataşehir’in bilinmeyen gecelerine ve Luna gibi hayatı cesurca yaşayan ruhlara bir pencere aralıyor. Her şehir bir hikâye anlatır ama bazıları sadece gece olunca konuşur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir